top of page
  • Yunus Berk Üstün

Sahil Boyu Grafiti


Bereket versin, şehir üstüme üstüme geliyor. Sokaktaki taşıyla, gökteki camıyla, varıyla, yoğuyla, yansımasıyla üzerime üzerime geliyor. Belki fena güzeldir de anlamıyorumdur. Belki de gri içini açıyordur insanların. Bereket versin, ben çoktan oldu yol aldım.


Ellerimi cebime attım mesela inerken Bostancı'dan aşağı. Sahilde koşan insanları, bisiklet süren çocukları izledim. Gariptir, martılara simit atanlar yoktu bu sabah. Ben de denizi izledim. Deniz dalga dalga çırpınıyordu. Güzelce bir sabahtı. Böyle bir günün sabahının ortasında belki de saat yedi civarında önüme çekilmiş kırmızı şerit üzerinden Kadıköy istikametine doğru dalıp gideyim dedim. Ellerim cebimde, kafamda krem rengi bir fötr şapka, altımda aynı renkten keten pantolon, üzerimde de çizgili beyaz bir v yaka. Pek özenip bezendim bugüne. Uzun zamandır sahil boyu yürümemiş, sanatımı icra etmemiştim. Sahil ile koşu yolu arasında bariyer görevi gören taştan siperlere çizilmiş grafitiyi hafızama kazıdım önce. Bunu epey tekrarladım. Yeterince biriktirdiğime karar verdiğimde durdum. Moda’ya kadar gelmiş, yorulmuştum.


Yolda topladıklarıma baktım evvel. Önce bir kafa görmüştüm Bostancı civarında. Kızıl bir renk ile sarılmış siyah bir kafaydı. Saçları mat siyah ile diken gibi çizilmiş, gözlerine zift bırakılmış bu kafa, korkunç duruyordu. Göz yaşını andıran, gözden başlayıp kıvrılarak boyna doğru ilerleyen bir akıntı çizilmiş fakat yine siyah renk tercih edilmişti. Bu zift gibi değildi. Bizzat zift ile yapılmıştı. Tortulu yüzeyinden buhar çıkıyordu. Çok zaman olmamıştı resim çizileli. Belki bir iki dakika? -Bilmiyorum ki ne kadar zamanda soğur zift.- Kafanın kırmızılığı içinden çekilmiş bir çizgiden geliyor. İncecik bir çizgi fakat resmi boyamaya yetmiş. Şöyle ortadan bir çizgi çekilip de yarısı boyanmamış kırmızıya. Etrafa çağlamış bir kızıllık bu. Fışkırmış gibi çizilmiş. Korkutucu ama etkileyiciydi. Hazneme ekledim.

Az biraz ileride -takribi üç yüz metre- iki parça kol gördüm. Demin gördüğüm resim ile çok benzer. Zira bunda da zift var. Ondan evvel kolun ucundan başlayalım. Tırnaklar mesela, çok belirgin. Uçlarında hafif kan lekeleri, deri parçaları resmedilmiş. Lif gibi ince deri tortulları bunlar. Tırnakların her birinde ufak kırıklar çizilmiş. Şehadet parmağı bir zanlıyı işaret eder gibi dikilmiş. O parmaktaki tırnak yarıdan yok. Tırnağın sakladığı etler ise kopan kapaktan dışarı fırlamış. Etler parmak dışına taşmış. Kolun arka kısmında çürük bir yapı. Kırmızılığın yavaş yavaş siyaha dönüşü güzelce belirtilmiş. Zift de burada kullanılmış. Kolun omuza bağlanması gereken kısmından bir parça et sarkmış. Kolun boydan boya kaplı olduğu deride hafif yırtıklar var. Nihayetinde, Hazneme aldım.


O ara bir düşünce kaplamıştı içimi. Bunca delilik, vahşet nasıl oldu da çizildi? Kimse demedi mi “Be adam! Çocuklar da geçer buradan, hassaslar da. N’apıyorsun?” diye. Belki de ben derdim, eğer seyir yerine peşinden gitseydim. Sonra neden zift kullanılmıştı? Pötür pötür bir siyah boya ile kontür çekilmesi veya çürük havası verilmesi ne bileyim etkileyiciydi hani ya, tek sebep bu muydu? Belki de dokusu etkiliyordu. Yine de garipti.

Caddebostan sahilde bu sefer kayalıklar ile yol arasındaki bariyerde değil de tam karşısında duran çimenliğin üzerinde sadece zift, çakıl karışımı dökülerek resmedilmiş başka hiç rengin olmadığı bir resim gördüm. Kalın, uzun çizgi sadece ziftten yapılmış, orası simsiyah. Altına ondan birazcık daha eğimli dik çizgi. Burada taşlar da kullanılmış. Tırnaklar yerini taşlara, kaval kemiği zifte, diz kapağı kaldırım taşına bırakmış. İşin garip olan kısmı bu kadar yapay şeye rağmen çok gerçekçi durması. Hepsinden daha az renkli. Zift bu sefer ne çürük gibi gözüküyor ne de kırmızılık var resimde. Gör ki diğer iki resimden de gerçekçi. Bu kaba, vahşi bacak aynı sanatkara ait. Bunu tartışmam bile.


Önce dedim ki, şayet bu çizilen parçalar bir vücudu tamamlıyorsa kafa, kollar ve bacaklar mevcut. Ya bir gövdeyi geçtim de fark etmedim ya da daha ileride. Belki de daha çizilmedi. Geri dönmemin anlamı yok. Az daha hızlı yürürsem, işte o zaman belki çizeni de görürüm. İşte buraya kadar geldim. Moda’da bir kaya üzerinde durdum. O kadar yürüdüm. Gel gör ki başka bir parça görmedim.

***

Az bir zaman hayal kurdum kayalıklarda. Şöyle geleceğe dair. Yer oldu geçmişe daldım. Hakim oldum, savcı oldum, şair oldum. Yeri geldi bir kumpanyada müdür oldum. Sol koluma ağırlığımı vermiş öyle oturmuştum. Sol bacağım altımda. Pantolonum biraz kırıştı ama olur şey. Sol tarafım haliyle uyuşmuş. Kalkıp biraz gezinmeli. Resmin devamını merak ediyor olsam da hatta yola çıkış amacımdan sapmış olsam da öncelik farklı. Kayalıklardan bir, iki, üç adımda çıktım. Kadıköy’e doğru yola çıktım. Önce bacağım ısındı ardından kolum. Karıncalanma ve anormal bir ısınma. Farklı olsa da hoşuma gidiyor evvela. Sonra sonra diniyor zaten bu hisler. Çok uzun sürmüyor, belki bir lahza. Arkadan bir ses duyuyorum. Böğürme ile karışık bir iki kelime. “Adi!” en net olanı.

***

Gövde gövdelikten çıkmış. Kolların yerleşeceği yerler harap durumda. Var ile yok arası. Sanki düz bir çizgi çekilmiş. Kesik gibi resmedilmiş. Bu kadar pürüzsüz kesmeye muktedir kaç alet bulursun muamma. Vücut delik deşik. Kan akmıyor. Resim bu sefer pamuk ile doldurulmuş bir bebeği andırıyor. Zift yok. Eller, ayaklar dikilebilir mi iğne iplik ile?

Bir saniye belki de bir salisede görebildiğim bu kadar. Resimden daha ileride, koşan adamı daha net görüyorum, kafasında krem rengi bir fötr şapka, altında aynı renkten keten pantolon, üzerinde de çizgili beyaz bir v yaka…

22 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kendimi sokağa atmak istiyordum. Kulaklığı şöyle takayım, Allah vere de şarjım ola. aşağı sokaktan sahile insem. Kapşonu çeksem, yağmur da yağsa. Allah vere de yağmur yağsa. Yağdıkça daha depresif olu

Kısalı uzunlu çubukların birbiriyle olan yarışlarına hayatımı sıkıştırmak istemiyorum. Hatırlıyorum. Bir gün anamın evinde otururken tik tak sesi beynimin en uç noktalarında yankılanıp tümüyle bedenim

(“Senin neyin var?” “Gördüğünüz gibi, Fyodor Naumoviç, öldüm ben…” “Ne zaman?” “Yarın akşam yemeğinden önce.” “Ne tuhaf şey! Neden ölmeden geldiniz Yarın akşam yemeğinden sonra getirirlerdi sizi.”) (M

bottom of page