top of page
  • Yunus Berk Üstün

Diyemedim Ağabey


Kendimi sokağa atmak istiyordum. Kulaklığı şöyle takayım, Allah vere de şarjım ola. aşağı sokaktan sahile insem. Kapşonu çeksem, yağmur da yağsa. Allah vere de yağmur yağsa. Yağdıkça daha depresif oluyor insan. Cennetten köşe, ben size cehennemi anlatacağım.


Hiç kimseye anlatamayacağınız, “Söyleseniz bile üzerim” korkusuyla ağladığınız oldu mu hiç, ağabey? Canım sıkılmıştı. Öyle boş durmaktan sıkılma değil, ölecek gibiydim. Can çekişiyordum. Sanki canım çok tatlıydı. Otobüsü kaçıralı yıl olmuş gibi geliyor. Yıl olmuş pişmanlık duyalı. Dışarı atılsam, deli danalar gibi hönkürerek koştursam. Kendimi duvardan duvara vursam, bir yerde yere yığılıp kalsam, dinlensem istiyorum. Sırıl sıklam olsam. Böğürmek istiyorum ağabey. Yapamadım, sorarlar “Ne oldu?” ve derler ardımdan “Kesin bir derdi var.” ya olmasına var da, demek istemiyorum ağabey. Ağız dolusu küfürler etmek istiyorum. Edep, haya hepsi bin para. İstemiyorum. kravat, önlük, +sizler falan. Şöyle bir yumruk atmak istiyorum. Öyle gelişine, öyle pervasız öyle sert. Vurduğumdan ses gelsin. Patlatmak istiyorum ağabeyler, çatlamak istiyorum da; işte gülesim pek yok. Ne olacak ağabeyler böyle, dünyamız tepemize yıkıldı. Bir derdim var itiraf edemiyorum. En yakın dostum? Yok, yok be ağabeyler kime denir böyle dert. Kurmaca işte. Bahane belli ağabeyler. Hikayedir derim, geçerim.


Saat yirmi bir kırk. Dışarı çıktım. Kulağımda kulaklık, gökte hayvani bir fırtına. Sebilden boşanırcasına kar yağıyor. Saçlarımda toz, toprak. Paçalarım çamurlu. Su almış ayaklarım. Parmak uçlarım buruşuk. Kesin hasta olmayacağım ağabeycim. Kesin olmayacağım. Üstümde kalın bir mont. Yere düştüm az biraz geride. Montum dahi boydan boya çamur. Yalnız önü de değil. Arkası da çamur . Yuvarlandım, bile isteye yuvarlandım ağabey. Kulağımda müthiş bir uğultu. Ellerimi sıkarak, gerinerek yürüyorum. Gördüğüm herkese küfür ediyorum ağabey. Şöyle ağız dolusu.


Aşıklar’da oturdum. Bir bilmem ne latte söyledim. İçim acıyor ağabey. Oturdum, Sahile bakıyorum. Güzel yerdeymiş velhasıl mekân. Diktim içeceği, dilimde hiçbir tat kalmadı.Kolumu masaya koydum. Kafamı da onun içine. Gelmişine geçmişine saydırarak ağladım, ağabey. Ben o hatayı evvelce yapmayacaktım. Öyle bir ağladım ki, kalktı geldi.

“iyi misiniz?”


Öyle bir ağladım ki. Sormasını bekliyormuşum ağabey. Daha da ağladım. Sümkürerek ağladım ağabey. Öksürerek, tükürerek ağladım. Öyle ağladım ki ağzını açamadı ağabey. Kolum sümükle,tükürükle doldu. Utandım be ağabey. Utanmasam kafamı kaldırıp “Seni seviyorum.” diyecektim.

12 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kısalı uzunlu çubukların birbiriyle olan yarışlarına hayatımı sıkıştırmak istemiyorum. Hatırlıyorum. Bir gün anamın evinde otururken tik tak sesi beynimin en uç noktalarında yankılanıp tümüyle bedenim

(“Senin neyin var?” “Gördüğünüz gibi, Fyodor Naumoviç, öldüm ben…” “Ne zaman?” “Yarın akşam yemeğinden önce.” “Ne tuhaf şey! Neden ölmeden geldiniz Yarın akşam yemeğinden sonra getirirlerdi sizi.”) (M

Bereket versin, şehir üstüme üstüme geliyor. Sokaktaki taşıyla, gökteki camıyla, varıyla, yoğuyla, yansımasıyla üzerime üzerime geliyor. Belki fena güzeldir de anlamıyorumdur. Belki de gri içini açıyo

bottom of page