top of page
  • Yunus Berk Üstün

Özgürlüğün Etiği (II)


“Hukukun ya da hukuk sisteminin doğru bir tanımında, ahlaka yapılan bazı göndermeler yer almalı mıdır?”¹ Ahlak karşımıza davranışsal ölçüt olarak çıkar. Fazlasıyla demokratiktir. Halkın çoğunluk gücünün kabullendiği davranışları kabullendiği şekilde uygulatmanın yaptırımıdır. Bu yaptırım sayesinde herhangi bir karışıklık/isyan/söylem ortaya çıkmaz. Bu yönden ahlak “Birlik beraberlik” söyleminin amaç bakımından birebir karşılığıdır. Karışıklık, isyan ve söylemin ortaya çıkmaması yani halkın durağan olması gücün çoğunluğunun toplandığı taraf için halkın iyiliğidir. Peki, halkın iyiliği ya da kötülüğü adı altında bir ceza/yaptırım uygulamak yine çoğunluk gücün belirlediği ölçüte göre ahlaksal mıdır? Kötülüğün veya nötrlüğün olduğu yerde meşrulaştırma gerekir. İyi zaten kabullenildiği için bir meşrulaştırmaya gerek duymaz. O halde bu ahlaksal yaptırımları halkın ortak çıkarı için belirlediği hukuksal zemine dayandırarak meşrulaştırmak yapılan yaptırımın “İyi” olmadığına delil olmaz mı?


Paternalizm kabul edilebilecek bir hukuksal yasa mıdır? İnsanları kendilerinden korumak ancak bir amaç uğruna yapılabilir. Bu amaç elbette ki “İyi” terimidir. Peki, bir insanın hür iradesine “Kötü/İyi” denirken hangi kıstas ele alınır. Elbette her şey bazı ön kabullere dayanır ve hemen hemen her konuya belirli şartlarda iyilik veya kötülük sıfatları yüklenebilir. Fakat işin içine Paternal devlet girdiğinde temkin şarttır. Paternal devlete bir şeye sıfat yükleme hakkı verildiği taktirde hoşuna gitmeyen her türlü mekanizmaya olumsuz sıfat ile yaftalama hakkı da vermiş olursunuz. Devleti kısıtlayacak herhangi bir güç kalmadığı taktirde halkın iradesinin tamamına el konulmayacağını garanti eden şey nedir? Devleti kısıtlama (Şahsımızı koruma altına alma) yolu haricinde düşünecek olursak çok daha karmaşık bir durum karşımıza çıkar. Tıbbî reçete haricinde ilaç kullanımı gibi o konudaki bilgisizlikten oluşacak zararı (kötüyü) engelleyebilecek bir mekanizma da kalmamış olur. Bu durum şahıs istemediği taktirde ölümle sonuçlanabilir. Fakat duruma kontrolsüz paternal devleti eklediğimiz anda -Şu şu eylem, şu şu sebeple senin için kötüdür.- diyecek olan Levaithan’ı kim engelleyecek?


Hukukun özel alanla bağı olmalı mıdır? “Kısa ve basitçe söylenirse, hukukun işi olmayan, özel bir ahlak ve ahlaksızlık alanı kalmalıdır.”²Devlet şahsımı ve malımı korumak amacıyla ortaya çıkarttığımız cansız organizmadır. Bu organizmanın benim malımı ve canımı başka şahıslardan korumasını beklemek de çıkış sebebi olduğu için en doğal hakkımdır. Peki, özel alanım içerisinde fiile geçirdiğim ahlakı veya ahlaksızlığı değerlendirme hakkı devlete dolayısıyla da hukuka nereden verilmiştir? Başka bir şahsın malına veya canına zarar verecek bir “Kötülük” eylemi içerisinde bulunduğum takdirde cezaya çarptırılabilirim. Malımı ve canımı koruyacak olan devletin malımı ve canımı benden koruması da gerekir mi? Eğer ki malım ve canım tasarruf hakkı bende olan bir özel alan içinde korunuyorsa hayır. Ben tasarruf hakkı bende olan herhangi bir şeyi herhangi bir şekilde heba etsem herhangi bir şahsın sen kendi emeğinle kazandığın bu şeyi nasıl olur da bana sormadan heba edersin deme şansı var mıdır?


Ahlaksızlık olarak addedilen her şey aslında gücün çoğunluğuna sahip olan kesimin alışılmışlıklarının dışındaki hareketleri kapsar. Yani toplumun güçlü kesimini rahatsız eden/alışılmışlıkları dışında hiçbir şeyi yapmayarak ahlaksızlıktan kaçınmış olursunuz. O halde neyi yapabilirsiniz? Herbert Lionel Adolphus Hart’ın cümlelerine bakalım. “Koca ve karı arasında cinsel iişki ahlaka aykırı değildir fakat aleni olarak cereyan ederse kamu adabına karşı bir hakarettir. Yetişkinler arasında rızaya dayalı, aleni olmayan eşcinsel ilişki genel olarak benimsenen ahlaka aykırıdır fakat kamu adabına karşı bir hakaret değildir. Buna karşı aleni olarak cereyan ederse her ikisi de söz konusu olacaktır.”³Hart’ın örneğini ele alacak olursak eylemin özel alanın değil kamu alanının ihlali durumunda cezaya ve tepkiye tabii olduğu aşikardır. Kamu düzeninin ihlaline devletin karar vermesi de ikinci paragrafta belirttiğimiz sorunları ortaya çıkartacaktır. O halde devlet sadece tasarruf hakkımın olmadığı yerlerde tasarruf hakkım varmışçasına hareket etmemi engellemelidir.


Mülkümün tasarruf hakkının benim elimde olması da özgürlüğe dahil ise rıza/anlaşma dışında elimden alınan miktar da gasptır. Anlaşma yaptığım devlet halkı hoşnut etmek için ek hizmet vermeye başlarsa ve bu ek hizmetin oluşturduğu masrafı bana sormadan benden tahsil etmeye kalkarsa bu özgürlüğüme müdahale değil midir? “Magna Carta Libertatum” ile alınan “Temsilsiz vergileme olmaz.” Maddesi bu konu içerisinde sırtımızı dayadığımız argümandır. “Demokrasi mücadelelerinin başlangıcını oluşturan bu gelişmeler neticesinde vergilerin ancak halkın temsilcilerinin izni ve onayı ile konulması gerektiği kabul görmeye başlandı."⁴ Meclis veya hükümet herhangi bir hizmet vereceği taktirde bizden alacağı ek vergiyi ne denli göz önüne alıyor bunu sorgulamamız gerek. Yerinden yönetim veya benzeri bir şey olmadığına göre hatta seçtiğimiz meclis üyesinin kim olduğunu dahi bilmediğimize, bilsek bile ne kararlar aldığından haberdar olmadığımıza göre seçtiğimiz şahsın malımıza daha az el konması/konmaması için motivasyonu ne olacaktır? “Roussueau John Locke gibi sosyal sözleşmenin temelinin mülkiyet olduğunu belirtir; vergilerin halkın rıza ve onayına tabii olması gerektiğini savunur. Kendi sözleri ile ifade edecek olursak vergiler halkın veya onun temsilcilerinin rızası olmaksızın meşruiyet kazanamaz.”⁵ O halde devlet yaptığı işlerde faydayı değil mali durumu gözetmelidir. “Canımızı ve malımızı koruma gayesiyle oluşturulmuş olan bir büyük devlet (Levaithan) ağır ve haksız vergiler altında halkını ezen ve ona zulüm eden bir “vergi devleti”ne dönüşmüşse, o zaman onun adı “iyiliksever despot”tur.”⁶


“Eğer rızaya dayanmayan vergilendirme hırsızlık değilse, bu durumda herhangi bir hırsızlık çetesinin kendisini hükümet ilan etmesi yeterlidir. Böylece çetenin hırsızlıkları meşru hale gelir.” der Lysander Spooner. Devlet ihtiyacına oranla vergi çıkartacaktır. Bu sebeple ihtiyacın tanımı yapılmalıdır. Siyaseti, ekonomiyi takip etmeyen bir vatandaşın yeni getirilen dolaylı vergilerden haberi olmayabilir fakat doğrudan alınan vergiler gözden kaçmayacaktır. Hükümetler seçim zamanı yaklaştığında hizmeti arttırırlar. Bu da para ihtiyacı demektir. Halkın gözünde iyi gözükmek amacıyla ya dış borçlanmaya gidilecektir –ki halk para harcandığının farkında olmasın- ya da dolaylı vergiler arttırılacaktır. Doğrudan vergide olduğu gibi toplu bir para kesintisi olmadığından dolaylı vergiden sebeple artan fiyatların suçu o malı üreten veya satan kişiye rahatlıkla atılabilir. Bu yüzden Jhon Locke’un öngördüğü gibi kanunilik ilkesi ve sürerlilik ilkesi gözetilmelidir. Bu ilkeler verilen verginin sabit ve belirli olmasını yani yeni vergilerin konmamasını sağlar. Elinde kısıtlı maddi güç olan devlet gerektiği kadar hizmet edecek ve aldatılmış bir seçmen kitlesi ortaya çıkmayacaktır.


Bizi temsil amacıyla var olan meclisin kendi içerisinde baskın bir güce ulaşmaması da elzemdir. Bunu sağlamanın yolu da meclis içerisinde parçalanmalar, karşıt fikirlerdir. Ne kadar farklı fikir varsa ve bu farklı fikirleri savunan insanlar ne kadar koruma altındaysa meclisin güvenirliliği de o oranda artar. Meclis’e girmek için var olan barajın düşürülmesi bu konuda yardımcı olacaktır. “Üstelik halk isteminin edimsel anlamı, halkın en çok sayıda ya da en etkin olan bölümünün, çoğunluğun ya da kendilerini çoğunluk diye kabul ettirebilmiş olanların istemidir.”⁷ Cumhuriyetin bu prangasını minimal hale getirmenin yolu meclis içerisinde de bölünmelere gitmektir. Demokrasinin ön koşulu güvendir. Demokrasi, karşıt topluluklara oranla güçsüz kalmış olan topluluğu korumanın ismidir. Güçlü olan topluluğun zaten istediğini söyleyecek gücü vardır. Cumhuriyetin kendini yönetme istemini toplumdaki güçlü kesimin görece güçsüz kesimi yönetmesinden kurtarmanın başlangıç yolu bu sebeple demokrasiden geçmektedir. Burada hukuk ile demokrasinin ve yine hukuk ile etiğin ilişkisi karşımıza çıkmaktadır. Hakaret hoş karşılamadığımız bir olgudur ve yukarıda bahsettiğimiz özel alanı ihlaldir fakat hakaretin de olur olmadık yerlere çekilebilecek şekilde flu olması onu levaithana teslim edemeyecek kadar tehlikeli yapmaktadır. Hakaret kesinlikle etik olmamasına karşın levaithana teslim edilemeyeceğinden ötürü suç sayılmamaladır. Demokraside bulunan söylemlerin serbestleşmesi bu şekilde meşrulaşmaktadır.


Konuştuğumuz konular ekonomi veya iktisattan ziyade etiği ilgilendirmektedir. İnsanların iradesini, fikrini, canını ve malını korumak erdemle alakalıdır. Eğer başkasına yardım amacıyla bir başkasının malı gasp edilirse bu da ölçüsüzlük olarak sayılabilir. İnsanların beyni, canı ve malı kamulaştırılmamalıdır çünkü özel mülk olmadığı taktirde ekstra çaba göstermek için bir motivasyon kalmayacaktır. Şahsına katkı sağlamayacaksa bir insan neden düşünür? Ne diye fazladan emek gösterir? Kamu malı herkesin malıdır ve herkesin malı kimsenindir. Ortak mülklerin trajedisi buna iyi bir örnektir. Ortak mülkler kamu yararı gözetilmeksizin kullanılır. İçtiği sigaranın izmaritini salonuna atan kaç kişi görürsünüz? Sırf akrabası diye şirketi batırabilecek birisini şirketinde müdür yapan kaç kişi bulursunuz? Sokaklarda ne kadar çöp görürsünüz ve verimsiz kaç tane memur sayarsınız? Bir kişinin yapacağı işi üç kişiye yaptırmak verimi üç kat arttırmayacaktır. Hem işinizin çözülmediği hem de ekstra para ödediğiniz bir özel firmaya kaç defa gidersiniz? En önemlisi bu verimsiz işi büyütmek için cebinizden zorla alınan parayı ne kadar etik görüyorsunuz? Bu yazının ikinci paragrafına dönelim. Paternal devlet kabul edilebilir mi?


Kaynakça:

1: H.L.A Hart. HUKUK, ÖZGÜRLÜK ve AHLAK. Sayfa 14

2: H.L.A Hart. HUKUK, ÖZGÜRLÜK ve AHLAK. Sayfa 25

3: H.L.A Hart. HUKUK, ÖZGÜRLÜK ve AHLAK. Sayfa 52

4: Aktan C.C & D. Dileyici ve Ö. Saraç, 2002. Vergi, zulüm ve isyan

5: Coşkun Can Aktan. Vergi Devleti Açgözlü ve Savurgan. Sayfa 65

6: Coşkun Can Aktan. Vergi Devleti Açgözlü ve Savurgan. Sayfa 17

7: Jhon Stuart Mill. Özgürlük Üzerine. Sayfa 9

8 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yunus Berk Üstün 1982 yılında Meksika’nın borçlarını erteleme (monotoryum) talebi sonucunda ortaya çıkan borç krizi, bu dönemde uluslararası borç vermede ihtisaslaşan finans kuruluşlarını, ülke riski

Kendimi sokağa atmak istiyordum. Kulaklığı şöyle takayım, Allah vere de şarjım ola. aşağı sokaktan sahile insem. Kapşonu çeksem, yağmur da yağsa. Allah vere de yağmur yağsa. Yağdıkça daha depresif olu

Kısalı uzunlu çubukların birbiriyle olan yarışlarına hayatımı sıkıştırmak istemiyorum. Hatırlıyorum. Bir gün anamın evinde otururken tik tak sesi beynimin en uç noktalarında yankılanıp tümüyle bedenim

bottom of page