top of page
  • Yunus Berk Üstün

Özgürlüğün Etiği

Güncelleme tarihi: 13 Şub

“Özel çıkarların çatışması nasıl toplumların kurulmasını gerekli kıldıysa bunun gerçekleşmesini sağlayan da bu çıkarların uzlaşmasıdır. Onlardaki ortak unsurlardan da toplumsal bağ doğar. Tüm bu çıkarların buluştuğu ortak bir nokta olmasaydı hiçbir topluluk zaten var olmazdı. İşte, her toplum da sadece bu ortak çıkar temelinde yönetilmelidir.”[1] O halde bu ortak çıkarlar belirlenmeli ve onların nasıl korunulacağı düşünülmelidir. Aslında burada bahsedilen ortak çıkarlar devletin ön kabulleridir. Devlet ne ile vardır? Nasıl oluştuğundan ziyade niçin oluşmuştur? Dahası, modern devlet niçin vardır? Devlet denen yapay organizma birdenbire ortadan kalksa hayatımızda neler değişir?


İnsanların birbiri üstünde hak iddiasında bulunması oldukça kârlı olabilir. Birisinin fikrini, malını veya iradesini gasp etmek size maddi anlamda güç kazandırabilir. Hatta bu girişimlerin hırsızlıkla oluştuğu kanıtlanmadığı sürece kazandığınız mülkler sayesinde prestij elde edebilir ve bunu sürdüre de bilirsiniz. Fakat eğer fiziksel olarak kendinizi koruyacak güçte değilseniz birlik kurma yoluna gidersiniz. Kurduğunuz birliği koruma ihtiyacı hissedersiniz çünkü birlik sizi korumaktadır. Yani birliği kutsamaz korunma ihtiyacınızı kutsarsınız. Asıl önemli olan birlik değildir. Birlik sizi güvende tutma amacıyla kâimdir. Birlik sizin işinize yaradığı sürece faydalıdır ve bir gün zararı faydasını aşarsa yahut korumasını umduğunuz değerlerinizi koruyamazsa birlik de yok olmaya mahkûm kalır. Başka bir senaryo düşleyelim: Tarıma geçecek bir toplumuz. İş bölümüne ihtiyaç duyuyoruz. Kazanmak, hayatta kalmak ve kazandıklarımızı tasarruf etmek istiyoruz. Yine insana ihtiyaç duyacağız. Yine bir birlik kuracak ve birliğin içinde düzeni koruyacak birkaç kural ilan edeceğiz. Bu din, örf, adet ya da kanun olacak. Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın. Yazılı veya sözlü olsun birkaç anakurala ihtiyaç hissedeceğiz. Bu anakurallar hangi konuları kapsayacaklar? Ne hakkında olacaklar? Bunlara da devlete neden ihtiyaç duyduğumuz karar veriyor olacak. Yani, devlete benim her türlü mülkümü koruması için ihtiyaç duydum; diyorsanız bireyi korumaya yönelik kurallar ile bu anakuralı inşa edeceksiniz. İşbirliğine ihtiyaç duydum deseniz dahi iş birliği sonucu oluşan değerleri korumak için de aynı şeye yani bireysel korumaya ihtiyaç duyuyor olacaksınız. Yani anakural olarak bireysel korumaları anacaksınız.


“Egemen güç şöyle de diyebilir. ‘Şimdi, bu adamın istediği şeyi veya en azından istediğini söylediği şeyi istiyorum. Ancak, bu adamın yarın isteyeceklerini ben de isteyeceğim diyemem.’ İradenin kendini geleceğe göre ayarlaması saçma olduğu gibi kişinin iyiliği adına olmayan herhangi bir şeye rıza göstermek zorunda da değildir.”[2] Yani öyle bir anakural sistemi kurulmalı ki ilerde minimal değişikliklere ihtiyaç duysun ve asıl istenilen şeyi değiştirmesin. Yani eğer ki benim haklarımı korumak için ortaya çıkan bir anakural sistemi varsa o sistem benim haklarımı işgal etmemelidir. Bu sebeple iradenin neyi ön kabul olarak adlandırdığı önemlidir.

“İtiraf etmeliyim, toplum sözleşmesiyle beraber, her birey gücünün, mallarının ve özgürlüğünün bir kısmından vazgeçer. Bunun sebebi, topluluğun da onları kontrol edebilmesinin önemli olmasıdır.”[3] Burada Roussueau’ya önemli bir itiraz yükselir. Topluluk neden bireyin gücünün ve malının bir kısmını kontrol edebilme hakkına sahip olabilsin? Özgürlükten vazgeçmek anlaşılabilmektedir. İnsan vücudunu saran hayali bir alanımız olduğunu farz edelim. Bu alana biz haricinde kimsenin iznimiz olmadan müdahil olamayacağını kurallaştıracak olursak biz haricinde herkesin özgürlüğünü kısıtlamış oluruz. Bunu herkes için ilan ettiğimizde herkesin özgürlüğü kısıtlanır fakat kendi alanımızda karışılmayacak şekilde özgür oluruz. Hayali bariyerimiz haricinde her konuda insanlar tasarruf hakkına sahip olurlar ve Roussueau haklı çıkmış olur. Peki, gücümden veya maddi yeterliliğimden herhangi bir şeye yapılacak müdahale bu hayali bariyeri geçmiş olmayacak mı? Tam da bu sebeple hayali özgürlük alanının kapladığı noktaları iyi belirlemek gerekmektedir. Yukarıda da değindiğimiz gibi hem şahsımı koruyacak hem de değişime minimal ihtiyaç duyacak kurallar olmalıdır.


Kutsanan birey hakları -dini anlamda putlaştırılan bireycilikten değil, dogmatikleştirme anlamında kutsallaştırmaktan bahsediyorum.- çiğnenmediğinde yapılacak kural değişiklikleri anakuralları etkilemeyeceğinden hayali bariyer korunmaya devam edecektir. Şahsi alanımızı yani hayali bariyerimizi hiçbir şekilde engellemeyecek kurallara sahip olmalıyız. Mesela, bariyerimizi fikrî mülklerimiz, şahsî mülklerimiz ve ailemiz olarak belirledik. Yani insanın şahsında sahip olabileceği her şey. Bunların gasp edilmemesini, hâl ve davranışlarımıza karışılmamasını da anakural olarak belirlediğimizi farz edelim. Bu anakuralı çiğnemeyen her şey kural olarak konabilir. Konmalıdır demiyorum. Bunlara nasıl karar verileceğini de tartışmıyorum. Burası halkın serbest dolaşım yeridir. Bireyi doğrudan etkilemeyen -doğrudan diyorum çünkü verilen her karar olumlu ya da olumsuz olarak bireyi de etkileyecektir.- her karar serbestçe alınabilir. Misal, yeni vergilendirme yasası çıkacaktır ve bu yasa şahsın mülkünden doğrudan alınacağı için bu yasa şahsi bariyerimize çarpar. Konması ilk belirlenen kurallar çerçevesinde etik değildir. Aynı Rousseau’nunki gibi bir tavır konması gerekmektedir. Ben, ilan ettiğiniz yasaları kabul ettim ve istedim fakat bu ilan edeceğiniz yasaları da kabul edip isteyeceğim anlamına gelmeyecektir. Devletin yararı için -şu, şu- konularda konuşmanın yasaklanması veya herhangi bir bekâ problemi için herhangi bir yerde herhangi insanların toplanılmasının engellemesi de bariyere çarpacaktır. Burada da fikrî mülklerimin ifadesi söz konusudur. Saçmalama hakkı, fikirlerin edilgen öğrenime geçmemesi gibi fayda/zarar konularına değinmiyorum. Bireysel haklardan bahsediyorum çünkü basit bir istekle herkesin her şeyi söyleyebilmesini istemiyorum. Her şeyi söyleyebilmeyi istiyorum ve buna gücüm yetmiyor. Bunu sağlamanın tek yolu da yasayla insanlarla birleşip her şeyi söyleyebilmemi sağlamak. Nasıl ki her insan hayatını koruma hakkına sahip olmak için bir anlaşmaya girme hakkına sahipse hayatını riske atmak için de bir anlaşmaya girme hakkına sahip olmalıdır. Yani “Kendi sağlığınız için şunu/şunu yapmayın” sözleri de meşruiyetini kaybeder. Yani şahsın iyiliği için dahi olsa ancak ve ancak öneride bulunulabilir. Birlik, halkın iyiliğini düşünmekte zorunlu olduğunu ve dayatmayı bu yüzden yaptığını söyleyebilir fakat o anlaşmaya müdahil olan bireyle kendisini tehlikeye atmayı seçmiş olan birey aynıdır. Yani aynı zeka bu birliğin oluşumunu sağlamaktadır. O halde birlik, sadece şahsı ilgilendiren konularda tasarruf gücüne sahip olmamalıdır.


“Size önereceğimiz hiçbir şey onayınız olmadan kanun hâline gelmez.”[4] vaadi gerçekçi görünmemektedir. Fakat bu cümleyi “Yasaları hazırlayan herhangi bir yasama hakkına sahip değildir.”[5] cümlesiyle birleştirirsek durum gerçeklik kazanacaktır. Çünkü kural anakurala bağlanacaktır. Yasalar bürokratlar tarafından hazırlanır fakat irade tarafından kabul edilir. Aksi gerçekleşecek olursa bireylerin bireylik hakları gasp edilmiş olur. Mesela, şu/şu ya da şu caddede toplanma hakkına sahipsin ama şu/şu ya da şu gerekçelerle burada toplanamazsın kuralını bir bürokrat hazırlayabilir. Bu hazırlama işleminden sonra bir onay gerekmektedir ve bu onay gelmediği takdirde bu hazırlanan kural bir yasa halini almaz. Çünkü bireyin fikri mülkleri vardır ve birliğin üyesi olurken bazı fikri mülkleri de isteyerek veya istemeyerek kabul etmiştir. Bireylerin çoğunluğu onay vermedikçe diğer bireyler bu yeni mülkü kabul etmek zorunda kalamaz. Yani bir yasanın belirlenmesinde iki anakural belirlemiş olduk. Çoğunluk tarafından kabul ve bireysel mülkleri herhangi bir şekilde çiğnememe.


Birlikte evvelce kabul edilmiş fakat artık köhneleşmiş, yük haline gelmiş kurallar da var olabilir. Bireyler bu kanunları fikri mülk saydığına göre bu kurallar değişime kapalı bir halde mi kalacaktır? “Dünün kanunu bugün bağlayıcı değildir ama sessizlik, sözsün onay olarak alınır.”[6] Yani biz herhangi bir anlaşmaya karşı çıkana kadar o anlaşma geçerlidir. Bir anlaşmaya karşı çıkılmadığı sürece bireyden gelen bir meşruiyete sahiptir. Karşı çıkmak meşruiyeti sarsacağından artık anlaşma sorgulanabilir hâle gelir. Eğer fikri mülklerin hisse sahiplerinden çoğunluğu bu karşı çıkmayı kabul eder ve meşruiyeti kaldırırsa artık o kuralın anlaşmada bir bağlayıcılığı kalmaz. “Toplantılarda görüşülen kamu düzeni yasası, genel iradeyi korumaktan ziyade, onun daima sorgulanıp mutlaka cevap verebilecek hâle getirilmesi içindir.”

***

Anayasa her ne kadar kıymetli olsa da anlaşmayı oluşturan bireyler anlaşmanın esaslarına riayet etmiyorsa anayasa kâğıt parçasından başka bir şey ifade etmeyecektir. Zira birlikler anayasaya uymazlar. Anayasal devletler yoktur. Anayasal yönetim isteyen bireyler vardır. Ortak anlaşmanın sonucunu yani bireyler, devleti sebebe bağlı tutmaya çalışır ya da en azından çalışmalıdır. Çünkü devlet yapısı gereği otorite kazanmaya çalışıp sürdürülebilirlik oluşturmaya çabalayacaktır. Devlet canlı bir organizma olmasa da nihayetinde süregelen bir makine gibidir ve bir sürü mikro işlem sonucu büyük sonuçlar doğurur. Bunlardan bazıları yetkilerdir ve güç kazanan bu organizma otoritesiyle bazı şeyleri bastırmaya çabalayacaktır. Zira bireyin bazı hakları devletin gücünü kısıtlamaktadır. Devletin şahsın inancına müdahalede bulunamıyor olması istikrarsızlık oluşturur. İstikrar hükümetin ve birlik yapısının arzuladığı bir şeydir fakat istikrar istiyorum demek karşıt fikirlere tahammülüm yok demek ile eşdeğerdir. Yani birey kendi haklarını korumak için diğer bireylerle bir araya gelmediği müddetçe yani birliği tekrardan tesis etmediği müddetçe oluşturduğu mekanizma tarafından mekanizmayı oluşturuş sebebi işgale uğrayacaktır. “Kendilerini yönetme kabiliyeti olan bir vatandaş topluluğu olmaksızın anayasa kısa bir süre sonra bir kağıt parçasından fazla bir şey ifade etmeyecektir. Tarihsel tecrübenin göstereceği gibi demokratik düşünce ve inanışların kırılgan olduğu veya hiç olmadığı ülkelerde anayasalar gerçekten de kısa bir süre sonra birer kağıt parçası haline dönüşmüşlerdir. Kısa süre sonra ihlal edilmişler veya unutulmuşlardır.”[7]


“Benim açımdan anayasanın meşruiyeti sadece demokratik bir yönetim enstrümanı olarak kullanımına dayanmalıdır. Daha fazlası ya da daha azı değil.”[8]

***


Şu ana kadar birliğin bireyin menfaatlerini gözetmek amacıyla var olması gerektiğine değindik. Peki, olaya daha geniş bir perspektiften baktığımızda da bu durum böyle midir? Mesela, demokratik kanunlar iradelerin bütünü olan birliğin mi haklılığını gözetmelidir yoksa iradenin tek tek ve kendi başına temel taşları olan bireylerin mi? Aslında şu ana kadar tartıştığımız her konu bu tartışma menşeilidir. Eğer hayali bir kurum olan devlet birey çıkarları üstünde tutulmalıdır derseniz ve buna bir temellendirme oluşturursanız birliğin kullanım amacını da ihlal etmiş ve anlaşmayı hiçe saymış olursunuz. Anlaşma hiçe sayıldığında birliği bir arada tutan şey ne olacaktır? Yine de kabul etmek gerekir ki istikrarı benimseyen toplumların çok ikna edici argümanları olabiliyor. Herhangi bir kaos ortamında birey daha fazla zarar göreceğinden devletin korunması bireyin korunmasından daha elzemdir, önermesini sunabilirler mesela. Bu böyle olsa bile devletin, neyin kaosa sebebiyet vereceğini ya da neyi hangi fikrin önleyeceğini bilme ihtimali ne kadardır? “Eğer bir ülkede şartlar demokrasi için çok uygunsa, bizim yirmi iki ülkede var olanlara benzer anayasal farklılıklar temel demokratik kurumların istikrarını etkilemeyecektir.”[9] Daha önce de değindiğimiz gibi: Devlet demokratik olamaz. Bireylerde tek tek hayali bariyerini koruma bilinci olmalı ve bunu yapabilmek için diğer bireylerle birleşmelidirler. Yani birlik sürekli olarak yinelenmelidir. Yani, karşı çıkmadığımız fikirler kabul görmüş olacağından bireyler yapılma ihtimali olan her türlü alan ihlalini boykot etmelidir. Bu eylemi gerçekleştirecek güç de ancak birlikten doğar.

Birey çıkarlarının birliğin gücünden/istikrarından geçtiği iddiasında çoğunlukla atladığımız büyük bir soru olduğunu düşünüyorum. İstikrarın fiyatı nedir? İstikrarı uygulamanın bireyin şahsi alanını nasıl işgal edebileceğini halihazırda konuşmuş bulunuyoruz fakat yine de bu soruyu gündeme getirmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Yapılan her seçimin tercih edilmemiş sınırsız ihtimal yerine uygulandığını düşünürsek tercih edilen her seçimin bir fiyatı olduğunu anlayabiliriz. Misal, A yerine B’yi seçtiğinizde elinize geçen bir kâr/zarar dengesi olduğunu farz edelim. Bunun sonucunu farazi “iki” olarak addedelim. A’yı seçtiğimizde “üç” kazanıyorsak biz yanlış yahut yeterince doğru olmayan bir seçim yapmış oluyoruz. Yani istikrarsızlıkta bireysel alanımızı korurken istikrar bu alanı menfaatleri için ihlal etmiş oluyor. Kendi inanç sisteminizin korunmasını ne kadar istiyorsanız istikrarın bedeli bu olmuş oluyor çünkü birlik eğer bir gün zararlı olan fikrin sizden çıktığına veya siz tarafından yaşandığına dikkat çekmek isterse o vakit siz istikrarı bozan virüs olarak ilan edilmiş ve kişisel haklarınızı meşru bir şekilde işgale açmış oluyorsunuz.


Aslına bakılacak olursa bence insanların oy verme hakkına sahip olmasındaki önem de burada yatıyor. Eğer ki birliği yönetecek olan insanın seçiminde söz hakkınız olmasaydı da haklarınız korunmaya devam eder miydi? Sayıca ve nüfuzca güçlü olan fikir sahipleri anlaşma içinde oluşturdukları daha küçük birliklerle kendi haklarını korumaya devam edebiliyorlar. Anlaşma içinde başka bir anlaşma yapma gereği duymamış veya azınlık olan vatandaşlarsa herhangi bir biçimde kendilerini savunacak gücü bulamıyorlar. Eğer ki kanunlar iyi bir şekilde işlememeye başlamışsa bu durum böyledir. Peki, azınlıklar belirleyici oy hakkına sahip olmasaydı yahut hiçbir oy hakkına sahip olmasalardı gerçekten de hakları uzun vadede korunmaya devam eder miydi? “Günümüzde, siyasi katılımdan mahrum bırakıldıklarında, çalışan kesimlerin, kadınların ve etnik ve ırksal azınlıkların çıkarlarının onları yönetme ayrıcalığına sahip olanlar tarafından dikkate alınıp korunacağına gerçekten inanan var mıdır?


Bireysel hakların ihlalini engellemek için hazırlananlar harici olan yasalar da payidar olacak şekilde korunmamalıdır. Her nesil kendi isteğine göre bunlara yenilik getirmek için teklif getirecek hakka sahip olmalıdır. Bir değer, halk tarafından ne kadar kutsallaştırılıyorsa kutsallaştırılsın bu yarın da kutsallaştırılmaya devam edileceği anlamına gelmeyeceği gibi bu kutu kabul etmeyen de bu anlaşma dahilinde yaşayamaz deme hakkı da doğurmaz. Yani bu kut ancak ve ancak o an o değeri yüce görmek isteyenler için geçerlidir. O halde herhangi bir yasanın diğer yasalarca ulvi görünüp korunması kabul edilemez. “Hiçbir çoğunluğun, gelecekteki çoğunlukların alacakları kararların önünü tıkama hakkına sahip olmasına izin verilmemelidir.”[10]


Bence bir şeyin suç olarak addedilebilmesi için ilk anlaşmaya veya ilk anlaşmaya bağlı olan diğer yasalara zıtlık göstermesi gerekmektedir. İlk anlaşmanın bireyin birliği ile ortaya çıktığını düşünürsek “devlete … suçundan” başlığıyla bir yaptırım olamaz.


Eğer herhangi bir şeye sorumluluk yükleniyorsa o sorumluluğu üstlenen mekanizmaya hak da veriliyor demektir. Hak kazanılan bir şeydir. Yani bir anlaşma sonucu alınan bir sorumluluk ile kazanılır. Mesela, benim başka insanların özel alanlarına izinsiz girmemek gibi bir yükümlüğüm vardır. Bir şeyi yapmak kadar yapmamak da yükümlülüktür çünkü yapabileceğim bir şeyi yapmayarak bir şeyden fedakârlık etmiş oluyorum. Buna karşılık olarak da başkalarının benim alanıma benden izinsiz giremeyeceğine dair bir teminat yani bir hak kazanmış oluyorum. Anlaşma sonucu oluşan birliğin başına geçip birliği yönetme hakkına sahip olacak bireyin de teminatları vardır. Başkan yasalar çerçevesindeki her işlevi yürütmekle yükümlüdür. Bu yükümlülük de ona karar vermeyle alakalı bazı haklar kazandırır. “Yetki kişinin özelliği değildir. Kişiye pozisyonundan dolayı verilir.”[11]


***

“İnsan ırkları arasında bir kimsenin başka kimselere boyun eğdirmesi kadar büyük bir eşitsizlik yoktur… Bütün devletler bu fikir doğrultusunda kurulur.”[12], der Godwin. Yazının evvelinde bahsettiğim konulardan da anlaşılacağı üzere “Bütün devletler bu fikir doğrultusunda kurulur.” önermesine katılamayacağım. Yadsınamaz olan gerçekse bu fikrin tamamen hatalı olmadığıdır. Godwin’den bu zamana kadar gördük ki tarih Godwin’i tamamen yanıltmadı. Devletler başka devletler üstünde tahakküm kurmaya çalıştı. İnsan ırkları arasında bir kimsenin başka kimselere boyun eğdirmesi kadar büyük bir eşitsizlik yoktur. Çünkü: Kişisel alanı işgal etmemeye dayalı kuralların dışına çıkılması durumunda buna ortak bir yaptırım gücüyle karşılık verilmelidir. O halde birlik içinde oluşacak her türlü münferit sapmaya ortak bir yaptırım uygulanabilir. Bu münferit sapmayı uygulayan başka bir birlikse kendini korumak isteyen birlik ya dışarıdan başka bir birlikle daha büyük bir birlik kurar ya da bu sapmaya uymak durumunda kalır. Godwin haklıdır. Bundan daha eşitsiz bir eylem yoktur.


Yunus Berk Üstün


ATIFLAR:

[1] Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, s.29, Karbon Kitaplar, 1. Basım, 2020. [2] Jean Jacques Rousseau, a.g.e, s.29/30 [3] Jean Jacques Rousseau. A.g.e, s.34 [4] Jean Jacques Rousseau, A.g.e, s.44 [5] Jean Jacques Rousseau, A.g.e, s.44 [6] Jean Jacques Rousseau, A.g.e, s.88 [7] Robert A. Dahl, Amerikan Anayasası Ne Kadar Demokratik?, s.21, Çev. Cenap Çakmak, Sakarya Üniversitesi Kültür Yayınları, 1. Basım. 2015 [8] Robert A. Dahl, A.g.e, s.35 [9] Robert A. Dahl, A.g.e, s.75 [10] Robert A. Dahl, A.g.e, s.112 [11] Barbel Wardetzki, Siyasette ve Toplumda Narsisizm, Ayartma ve İktidar, S.21-22, Çev. Deniz Cankoçak, İletişim Yayınları, 2.Baskı, 2018 [12] William Godwin, Anarşizmin Felsefi Temelleri, s.26, Çev. Deniz Uludağ, Doğu-Batı Yayınları, 1.Baskı, 2020



25 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

İnsanî bilginin vardığı aciz durumun en net göstergesi doğru-yanlış ölçütlerindeki karara bağlanılmamış sınırlı ilerlemedir. John Stuart Mill ve toplumsal faydacı bakış yani utilitarizm’in bize sağlad

bottom of page